16.05.2020


Enteresan bir zaman dilimindeyiz. Pandemi, salgın, tâun, adına ne dersek diyelim daha evvel tecrübe etmediğimiz bir imtihan vakti. Herkese ayrı hikaye yazdıran bir imtihan. En çok sağlıkçılar konuşuyor, bilim adamları söz söylüyor olsa da el kadar çocuklardan ihtiyarlara kadar herkesin bir diyeceği var.

Son aylarda evden ayrı kaldığım için bir yerlere yetişme kaygısı olmadan evimde olmayı özlemiştim. Hânemde, ailemle, normal zamanda evde olmayan evlatlarımla sıhhat ve afiyetle beraber olmak güzel nimetler. Ne kadar şükretsem az.

Tabii işin içine yasaklar girince psikolojik bir mücadele başlıyor. Başlarda mecburi evde kalma işini başaramayız diye endişeliydim. Bu kadar zaman evden çıkmadan yaşayamayız, bu iradeyi gösteremeyiz zannediyordum ama oluyor. İnsan her hale alışıyor. Zaruret halinde ilave kabiliyetler devreye giriyor sanki. Hep oradaymış da şimdi düğmesine basılmış gibi bir güç, irade bahşediliyor.

İmtihan içinde imtihanlarımız oldu bu süreçte. Nenem göçtü bu diyardan. Ne kadar tasa, keder varsa bu dünyaya ait, bıraktı gitti. Geçen sene şabanın dördünde bacımın gelin arabası kalkmıştı baba evimizin önünden, bu sene aynı gün nenemin cenaze aracı kalktı. Gidemedik. Vedalaşamadık. Deliçay'ın güzelim kabristanı nenemin yeni meskeni oldu. Yollar açılsa da gitsem yanına diye sabırla bekliyorum.

Bu süreçte bizi en çok müteessir eden şeylerden biri de ibadethanelerimizin durumu oldu. Zarar kıblegâhımıza dokundu, mescidlerimize ilişti.  Allahım, te'dip için geldiyse edeplerin en güzeliyle edeplenmeyi diliyoruz. Teşvik için geldiyse, dergah-ı rahmetine samimi halis bir kalp ile iltica ediyoruz. Yolumuzu şaşırdıysak ve bizi Hakk'a çevirmeye geldiyse,  sırat-ı müstakim üzere olmak ve o yolda sebat etmek için senden medet bekliyoruz. Her ne hikmetle geldi ise hikmetine tam muvafık bir hâl üzere olmayı umuyoruz. Affını bekliyor ve senden yine sana sığınıyoruz.

10.08.2017

Vizyonumuz Misyonumuz

Bazı anları hemen oracıkta, tam da olduğu haliyle saklamak gelir içimden. Hep özel zamanları değil, bazen çok sıradan anıları dürüp büküp kilitli çekmeceye atasım gelir. Bazı hüzünlere de kıyamam, en sevdiğim kitapların arasında kurusun isterim.

Sürprizleri severim çünkü. Bir gün dönüp baktığımda o sıradan zannettiğim hadiselerin aslında harikulade ikramlar, cömertçe lütuflar olduğunu görünce mahcup bir mutluluk yaşarım. Âhlar, oflar biriktirdiğim bohçalardan,  oh incileri, elhamdülillah mercanları toplarım.  O pamuklara sardığım ne idüğü belirsiz tohumlardan mis kokulu çiçekler filizlenmiş bulurum. Vaktiyle beni ağlatan hazin fotoğraflar geçip gitmesiyle yüzümü güldürür. Ve niyet ederim Allah rızası için vaktinde eda edemediğim şükrü kaza etmeğe.

Buraya düştüğüm notlar da bana şükrü hatırlatsın diye biriktirilmiş anılar işte. Her telden ve her halden kelam manzaraları. Bazen bakıp geçmek, bazen durup düşünmek için hazırlanmış sözden bir galeri burası benim için.

Bu düşünceyle, seyrek aralıklarla da olsa yazı eklemek niyetindeyim. Sanal çarşılardaki "Sepete ekle" butonuna basarkenki şevki her zaman yakalayamasam da yazacak bir şeyler buldum mu atarım yengecsepetime. Belki takar sepeti koluma torunlara götürürüm kim bilir. Ben varamazsam siz deyiverin yavrucuklarıma. Ebruli ben. Neneleri.

26.07.2017

deneme birr kii

Eski dostum blog,

Nasıl başlayacağımı bilemediğim zaman "bana bu kalbin kadar temiz sayfayı ayırdığın için.." diye yazıveresim gelir hep. Kalplerimizin tertemiz olduğu zamanlardan kalma bir alışkanlık işte. Yetişkinler kullanmıyor bu cümleyi. Zannederim, çocukca ve klişe olduğundan değil de muhatapların liyakati olmadığından rağbet etmiyorlar. Gerçi senin kalbin yok, iyi ki de yok. Epey ağır bir yüktür kendisi. Taşıyabilmek için evvela âdem olmak gerek. 

***

Bugün yine bütün sosyal medya hesaplarımı kapatsam, bir kendime gelsem, kendim ne alemdeymiş halini hatırını bir sorsam  diye düşünürken, bir yandan da elimden düşmeyen telefonla muhabbete devam ediyorum. Birden korkunç bir şey oldu. Telefon elimden düştü. Yer çekiminden mütevellid bildiğin düşmek. Oracıkta öylece kalakaldım. Ekran sizlere ömür. Ben de gittim gidiyorum. Issız adada üç şeysiz kalsam daha ümitle bakacağım hayata. Bir kaç saniyede hayatı film şeridi gibi geçermiş ya insanın gözünün önünden. Aynen öyle oldu ama hayatımın akıllı telefonsuz kısmına sıra gelince film kopuyor. 

Sahi biz akıllı telefondan önce ne yapıyorduk yahu? Nasıl vakit dolduruyorduk? Ne bileyim, whatsapp yok, face yok, instagram yok, yemek siteleri yok. Beyimin telefonundan tarif bakıyorum artık. O da bozulursa aç kalacağız. Hele ülke gündemi, hafazanallah.. ben saniyeler farkıyla takip etmezken dünyayı kim kurtarıyordu. 

Aaa! Baktım ki kendime doğru yoldayım, az daha zorlasam gelicem. Telefon aklını yitirince epeydir yan gelip yatan kafa çalışmaya başladı. Şimdi telefonsuz hayatımda neler yaptığımı yeniden tecrübe ederek hatırlamaya çalışıyorum. Uzun zamandır ilk defa bilgisayar ekranında yazı yazıyorum mesela. Hem belki benim gibi akıllı telefonsuz insan kişileri de vardır, türünün son örnekleri. Beraber asrımızın vahim haline zihin yorarız. Nasıl olsa telefonumun tamiri gecikirse akletmek işi bir süre daha bana düşecek. Bak yine düşmek deyince... :((





19.08.2015

Hayalin kaç megapiksel?

Şimdi karşımdaki manzarayı çekebilsem de buraya koysam çok havalı bir post olurdu ama teknolojim elvermedi. O halde anlatayım siz hayal edin.

Tuz Gölü'nü geçiyoruz. Saat 21:21. Zilkade'nin ilk günlerindeyiz. Gökyüzü berrak. Yıldızlar çok net görülüyor. Ay, hilalle yarımay arasında bir evrede. Göle yakın ve sapsarı parlıyor. Biten günün, batan güneşin hatırasını yaşatıyor gibi. Gölün ayışığıyla aydınlanan kısmı muhteşem görünüyor. Arabada Loreena Mckennitt çalıyor. Kızım dizimde uyuyor... 

9.08.2015

Büyük punto yazayım, seneye de okurum

Gedikteyiz. Uykum gelmiyor...

Tavandaki örümcek gözden kayboldu. Geri dönene kadar şuraya birkaç not düşeyim.


İki üç saat evvel, el ayak çekilmeden önceydi. Arka balkonda masayı kurduk her zamanki gibi. Cırcır böcekleri koro performansa başlamamıştı henüz. Bir tanesi ara ara ötüyordu sadece. Üşütmeyen serin bir rüzgâr esiyordu. Genellikle dokunaklı türküler mırıldanan yapraklar bu akşam cıvıl cıvıldı, keyifleri pek yerindeydi. Önce hadis, ardından kısa bir ders, sonra da Hüdanur'dan ilahi dinledik. Konuşmayı da dinlemeyi de en sevdiğim vakitlerdi. Halis bal kıvamında akıp gitti sohbet...

Aksilikler de olmadı değil ama Yusuf'un maç keyfini bozan elektirik kesintisi olmasaydı gökyüzü büyüklüğündeki dev ekranda muhteşem gösteriyi izleyemezdik. Bu kadar çok yıldızı en son ne zaman görmüş olabiliriz... 

Numuneydi, gölgeydi belki ama asıllarını menbalarını müjdeledi. 

Böyle de tatlı bir akşamdı elhamdulillah. 

6.08.2015

gelsenize oynayalım


Buralar şenlikti bir zamanlar. Şimdi ise tam bir dutluk :(




21.04.2010

(dün'lük) madde madde delirim

Vakit gece yarısını geçiyor. Ertesi gün gelecek olan misafirlerim için pasta börek hazırlıyorum. Hararetli bir tempoyla çalışıyorum. Tepsilerin birini tamamlayıp öbürüne başlıyorum.

Erinmeden teker teker sayıp misafire yeter sayısı arıyorum. Sonra da pişirimi başlatıyorum. Tepsiden ayrılmak istemeyen kızgın poğaçalara soğumaları için iki dakikalık ek süre tanıyorum. Israrcı davranana hiç acımıyorum.

Fırındakiler yanmaya yüz tuttuğunda uğraşıma beş dakikalık ara veriyorum.

Bu arada; iktidardan düşen KCP (Kayınvalidemin Cevizli Pastası) ile CDP (Cevizi Dökülmeyen Pasta)'nın koalisyonundan oluşan MCP (Modifiye Cevizli Pasta) hareketini destekleme kararı alıyorum.

Bir baktım saçmalıyorum..

"Sayın Ebruli! Lütfen elinizin hamuruyla anayasa çalışmalarına seyirci olmayınız! Sizi 'yemekteyiz' sınırlarına davet ediyorum." şeklinde son kez kendimi uyarıyorum ve kanalı değiştiriyorum. :)


2.04.2010

bilmece




Baş mıyım, son muyum? Azap mı, kurtuluş muyum?


Asla ıskalamayan namluda tek kurşunum.


Sürpriz bir bilet miyim, yalan mı gerçek miyim?


Sen ufukta ararken, bir nefes ötendeyim!




10.02.2010

kapak


*Zaman aynen bu çikolata gibi özenle tüketilmeli ama paylaşım konusunda daha cömert davranılmalı. Kurabiye canavarı gibi yalayıp yutmamalı. Topunu birden silip süpürmemeli, sonradan pişman olmamalı...


*Telefonun alarmını onar dakika erteleyerek saatlerce uyunmamalı. Her onar dakikada neler yapılabileceği keşfedilmeli.


10.01.2010

eğer...

Emma Bombeck, Avusturalya'da kanserden ölmeden hemen önce aşağıdaki mektubu kaleme almış:

"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.

Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu "garantilidir" denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

...

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim. Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme. Küçük şeyler için şikayet etme.

Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Allah’a şükredin. Tek bir hayatınız var ve birgün sona eriyor.

Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.’’